Endometriozis nedir, niçin oluşur?

Endometriozis, normalde rahim içinde bulunan dokuya benzer dokunun, rahim dışında yerleşmesi durumudur. Rahim içindeki doku, ‘endometrium’ olarak adlandırılırken, rahim dışında bulunduğunda ‘endometriozis’ olarak adlandırılır.

Endometriozis gelişiminde dört ana teori mevcuttur. Bunlardan en çok kabul göreni, menstruasyon kanamasının ve onunla birlikte endometriumun fallop tüplerinden karın boşluğuna geri dökülmesi teorisidir. Böylece alt karın boşluğunda (pelvis) dökülen endometium dokularından endometriozis gelişir. Bu retrograd menstruasyon teorisidir. Bunun yanında, başka teorilerde bulunmakta ve endometriozis gelişimine yatkınlık gösteren genetik değişiklikler de saptanmaktadır.

Endometriozis, gebe kalmaya engel midir?

Endometriozis gebe kalmayı zorlaştırabilir. Bunun temel sebebi, gebelik gerçekleşmesi için fonksiyonlarına ihtiyaç duyulan yumurtalık ve tüplerin, endometriozis nedeniyle zarar görmüş olma ihtimalleridir. Yine de, endometriozisi olan birçok kadın, kendiliğinden gebe kalabilmektedir. Gebe kalındıktan sonra, endometrioizisin hamileliğe bir zararı yoktur. Hamilelik durumu ise, çoğu zaman endometrioize bağlı şikayetleri hafifletir.

Çikolata kistim var, ameliyat olmalı mıyım?

Bazı kadınlarda, endometriozis içeren yumurtalık kistleri gelişebilir. Bu kistlere endometrioma (çikolata kisti) denir. Endometriomaların çikolata kisti nedeniyle adlandırılmasının sebebi, kistn içinin sıvı çikolataya benzeyen eskimiş kanla ve endometrioizsle dolu olmasıdır.

Endometriozis ön tanısı koyduğumuz hastalarda, birçok tedavi seçeneğimiz vardır. Hangi tedavinin seçileceğini ise, hastanın ilerideki gebelik planı, şikayetleri ve kist içerisinden ara tümör ya da kötü huylu tümör çıkma ihtimali gibi kriterler belirler. Şu durumlarda, sizin için verrahi iyi bir seçenek olabilir:

  • Belli alanda bulunan hassasiyet ve ciddi ağrı
  • İlaç tedavisi denenmesine rağmen şikayetlerde azalma elde edilememesi
  • Kitlenin görünümünün şüphe içermesi
  • Gebe kalınmakta sorun yaşanıyor ve bu sorunun kaynağı endometriozis düşünülüyorsa

En iyi kararı, hekiminiz önerileri doğrultusunda, beraber muayene sonrasında vereceksiniz.

Endometriozis nedeniyle ameliyatın gerekliliğine karar vermek ve ameliyatın özenli yapılması, yumurtalık rezervini korumak için oldukça önemlidir. Ameliyat yöntemi olarak, laparoskopi (kapalı ameliyat), her zaman ilk seçeneğimizdir.

HPV nedir? Nasıl bulaşır? Kondom, bulaşı engellemede yeterli midir?

Human (İnsan) Papillomavirüs (HPV), cilt temasıyla bulaşan bir virüstür. 100’den fazla farklı tipi vardır. Genellikle cinsel kontakt ile bulaşır. Bu, vajinal ilişki olabileceği gibi, oral seks, anal seks veya genital alanı içeren herhangi bir temasla (ör: elden genital alana) olabilir. Cinsel bulaş, HPV için %100 geçerli olmayabilir. Kondomlar, cinsel yolla bulaşan birçok enfeksiyonu engellerken, HPV’den tamamen korunmayı sağlamaz. Çünkü genital bölgenin tamamını sarmamaktadır.

HPV, Sadece Cinsel İlişkiyle mi Bulaşır?

HPV, insanlarda en sık cinsel yolla bulaşan virüstür. HPV’nin non-seksüel bulaşı, daima tartışma konusu olmuştur.

Yeni kazanılan HPV enfeksiyonuyla ilgili yapılan çalışmalarda, HPV’nin ilk cinsel ilişkiden kısa bir zaman sonra vücuda girdiğini göstermiştir. Amerika Birleşik Devletleri’nde, üniversitede okuyan ve ilk kez cinsel ilişkiye giren kadınlarda yapılan prospektif bir çalışmanın sonucunda, HPV’nin 24. ayda kadınların %40’ında pozitifleştiğini göstermiştir. HPV (+) olguların da %10’unda HPV 16 izole edilmiştir.

Yine de, HPV’nin cinsel ilişki dışında da bulaşabildiğini biliyoruz.

Dış Ortamdan Bulaş

Hemen hemen her zaman cinsel ilişkiyle bulaşsa da, HPV, stabil kapsidi nedeniyle dış ortama dayanıklı nadir virüslerdendir. Dış yüzeylerde enfeksiyöz yapısını koruyabilir. Hatta, sık kullanılan dezenfektanlara karşı dayanıklıdır. Virüs dış ortamlara, dökülen epitel hücreleriyle bulaşır. Dış ortamda HPV’nin kuruluğa karşı dayanıklılığını test eden bir çalışmada, HPV’nin oda ısısında 3. günde %50 infektivitesini koruduğu gösterilmiştir. Bu data, HPV’nin non-seksüel bulaş riskini ortaya koymaktadır.

HPV 16’nın, sık kullanılan 11 dezenfektana maruziyetini araştıran bir çalışma ilginç sonuçlar vermiştir. Öncelikle, hastanelerde yaygın olarak kullanılan geniş antimikrobiyal olan glutaraldehite bakacak olursak (glutaraldehitin adenovirüs, parvovirüs, enterovirüslere karşı etkin olduğu gösterilmiştir), HPV, glutaraldehitin etkilerine rezistan kalmayı başarmıştır. Glutaraldehitin alternatifi olarak kullanılan ortofitalaldehit de HPV 16’ya karşı tam etkinlik gösterememiştir. Etanol ve izopropanol gibi alkol bazlı dezenfektanlara karşı da HPV, dayanıklı kalmıştır. HPV, nihayet, hipoklorit ve perasetik asite karşı duyarlı bulunmuştur. Burada önemsenmesi gereken noktalardan biri şudur: el dezenfektan sistemleri, HPV’nin bulaşını efektif olarak önlememektedir.

Nozokomiyal bulaşlar, birçok virüs enfeksiyonu için oldukça yaygındır. HPV’nin hastane kaynaklı bulaşında, önemli potansiyel yol, transvajinal ultrason problarıdır. HPV barındıran vajinal problar, muayene esnasında serviks ve vajina ile temasta olacağı için bulaştırmaya adaydırlar. Problar üzerinde HPV DNA bakılan çalışmalarda, sadece HPV DNA değil, aynı zamanda serbest virionların da varlıkları gösterilmiştir. Problar, hastalar arasında temizlense de, geniş sterilizasyon özellikle de aletin hassasiyeti düşünüldüğünde sıkça uygulanmamaktadır. Her hasta için muayene esnasında prob üzerine kılıf (prezervatif, eldiven,…) yerleştirilir. Fakat, bu kılıfların perforasyon ihtimali %9’lara dek varmaktadır.

Jinekoloji polikliğindeki aletler üzerinde yapılan bir çalışmada, aynı günün sabahı ve akşamında, aletlerin içerdiği HPV ve tiplerine bakılmıştır. Muayene masası, kolposkop, muayene lambası, klozet kapağı ve sifon, bakılan bazı aletlerdendir. Bu belirttiğimiz aletlerin hiçbirinde sabah 08:30’da HPV saptanmazken, akşamüstü 16:30’da hepsinde HPV saptanmıştır. En çok saptanan tipler, HPV 6 ve 16 olmuştur.

Oral kavite de HPV ile enfekte olabilen ve HPV’yi bulaştırabilen bir yoldur. Nasıl ki, serviks epiteline HPV’nin girmesi için mikroyaralar gerekiyorsa ve cinsel ilişkinin kendisi mikroyara sebebiyse, oral kavitede de diş bakımı, yemek yeme gibi mikroyara yaratacak birçok aktivite mevcuttur.

Oto-inokülasyon

HPV’nin non-seksüel olası bulaşında diğer yol da oto-inokülasyondur. Bununla ilgili datalar, daha önce ilişkiye girmediğini belirten kadınlar ve çocuklar üzerinde yapılan çalışmalardan gelmektedir. Cinsel ilişki hikayesi olmayan ve olan kadınların HPV pozitifliğine bakan bir çalışmada, ilk grupta %51 hastada, ikinci grupta ise %69 hastada HPV saptanmıştır. Yani, cinsel ilişkiye girmediğini fiade eden kadınların yarısında HPV maruziyeti bulunmuştur. Çocuklarda yapılan bir çalışmada, düşük rüsk HPV tipleri gösterilebilmiştir. Özellikle HPV ile enfekte kişilerin parmaklarında HPV DNA saptanmıştır. Dolayısıyla, bu kişilerin HPV’yi elleriyle kendilerine ve etrafındaki kişilere, non-seksüel fiziksel kontaktla bulaştırması mümkündür.

Vertikal bulaş

Anneden bebeğe vertikal bulaş, diğer olası bulaş yollarından birisidir. Bu potensiyel bulaş, uterus içine olabileceği gibi, doğum esnasında veya doğum sonrası temasla da olabilir. HPV’li annenin doğum kanalından bebeğe geçiş gösterilmiştir. Hatta, annedeki HPV DNA yükü ne kadar çoksa, infanta HPV geçme ihtimali de o kadar yüksektir. Genom sekansları ve HPV tiplendirmeleri çalışmalarının sonuçlarına göre, infanta bulaşta anne direk sorumludur. HPV (+) gebelerde, HPV DNA, hem plasenta hem de amniyotik sıvıda gösterilmiştir. Bu durum, konjenital enfeksiyon olasılığını akla getirse de, bebeğe bulaşta en yüksek risk, doğum esnasında enfekte doğum kanalından geçiştedir. Birçok kez, HPV DNA, yenidoğanın oral kavitesinde bulunur. HPV’nin oral kanserlerle ilişkili olduğunu biliyoruz ancak, yenidoğana bulaşan HPV’nin regresyonu 1-2 ay içinde %90’ın üzerinde, 6. ayda ise %100’dür. Bununla beraber, HPV 6 ve -11 gibi düşük risk tipler, jüvenil reküren respiratuar papillomatozise yol açabilir. Genellikle, 2-5 yaşları arasında ortaya çıkar. Kondilomu olan kadınların çocuklarında gelişme ihtimali, kondilomu olmayan kadınların çocuklarına göre 200 kat daha fazladır.

Toplumda ne sıklıkta görülür?

Kadın ve erkeklerin birçoğu, HPV’ye ilk kez 15-25 yaş aralığında maruz kalır. 50 yaşına kadar, cinsel aktif erişkinlerin %75-80’i en az bir genital HPV enfeksiyonuna yakalanacaktır.

Bende HPV olup olmadığını nasıl anlayabilirim?

HPV ile enfekte kişilerin birçoğunda herhangi bir bulgu veya semptom olmaz. Yine bu kişilerin çok büyük bir kısmında, HPV’ye bağlı bir sorun gelişmeyecektir. Bununla birlikte, HPV’li kişilerin %10-20’sinde HPV enfeksiyonu gerilemeyebilir. Bu durumda, HPV’ye bağlı lezyon gelişme ihtimali, özellikle servikal kanser öncesi lezyonlar ve servikal kanser (rahim ağzı kanseri), bulunmaktadır. HPV enfeksiyonu ile başvuran hastaların birçoğu, kanser endişesini taşısalar da unutulmamalıdır ki, yeni HPV enfeksiyonundan sonra serviks (rahim ağzı) kanseri gelişimi, ortalama 20-25 yılı almaktadır. Bu sebeple düzenli olarak rahim ağzı kanseri taraması (HPV testi ve/veya smear testi) yaptıran hastalarda, kanser gelişiminden önce, oluşacak lezyonların tanı ve tedavisi kolaylıkla sağlanabilmektedir. Smear veya HPV testinde anormallik saptanmış hastalarımıza söylediğimiz şey, ‘endişe etmemeleri, önerdiğimiz işlemleri ve takipleri yaptırdıkları sürece kanser gelişme ihtimallerinin oldukça düşük olduğu’dur.

HPV aşısı yaptırabilir miyim?

Dünya genelinde üç farklı HPV aşısı mevcuttur: 2’li aşı (HPV 16 ve 18’e karşı koruma sağlar); 4’lü aşı (HPV 6, 11, 16 ve 18’e karşı koruma sağlar); 9’lu aşı (HPV 6, 11, 16, 18, 31, 33, 45, 52 ve 58’e karşı koruma sağlar).

15 yaş altında, immün sistemi baskılayan hastalığı olmayan bireylerin en az 6 ay arayla, toplamda iki kez aşılanması uygundur.

15 yaş veya üzerinde iseniz, üç enjeksiyon olmanız gerekmektedir. İkinci enjeksiyon, ilkinden 1-2 ay sonra; üçüncü enjeksiyon ise ilkinden 6 ay sonra yapılır.

Eğer immün sisteminizi baskılayan bir hastalığınız varsa, yaşınız kaç olursa olsun, üç kez aşılanmanız gerekmektedir.

Aşı herkes için uygun olmayabilir. Bazı nadir durumlarda (allerji, gebelik, vb.) detaylı bilgi almak için doktorunuzla yüzyüze görüşmeniz uygun olacaktır. Unutmayınız ki, tıbbi problemleriniz ve sorularınız ile ilgili en iyi bilgiyi daima, hekiminiz yüzyüze verecektir.

Kimler aşılanmalı?

Birçok gelişmiş ülkede, çocuklar, 9 yaşından itibaren HPV aşılanma programına alınmaktadır. Aşılanmamış kişiler için de 26 yaşına dek aşı sağlanmaktadır. FDA tarafından HPV aşısının kullanımı 45 yaşına dek onaylanmıştır.

HPV aşısından en iyi faydayı görecek kişiler, cinsel aktif olmadan önce aşılanann ve böylece daha önce HPV’ye maruz kalmadan korunma sağlanmış kişiler olacaktır. Aşı, HPV enfeksiyonu olan kimsenin virüsü temizlemesine veya servikal lezyonu olan hastalarda lezyonun gerilemesine katkı sağlamayacaktır. Yine de, daha önceden cinsel aktif olsanız dahi, genital siğil gelişmiş olsa dahi, HPV testiniz ve/veya smearinizde anormallik saptanmış olsa ve hatta servikal kanser öncesi lezyonlar nedeniyle tedavi olmuş olsanız dahi (ör: konizasyon (LEEP)), HPV aşısından bir dereceye kadar fayda görebilirsiniz.

Çocuklarınızı aşılatın, çünkü aşı en iyi, cinsel aktif olmadan önce yapılırsa işe yarar.

HPV aşısı, ne kadar etkilidir?

HPV aşısı, HPV enfeksiyonlarını ve buna bağlı hastalıkları önlemede OLDUKÇA EFEKTİFtir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, kişinin özelliğine göre (yaş, cinsel aktivite, immün sistem…) aşının etkinlik oranı değişebilir.

Aşı, genital siğilleri (kondilom) engeller. Partnere HPV bulaşını engeller. Sadece rahim ağzı kanserini değil, HPV ile ilişkili anal kanseri, ağız ve boğaz kanserlerini engeller.

Aşı, ne kadar süre boyunca koruma sağlar?

HPV aşısının geçmişi, 2006’ya dayanır. Görece yeni olan bu aşı için, ne kadar süre boyunca etkin olduğu ve ileride tekrar aşılama gereksinimi ile ilgili henüz yeterli bilimsel veri yoktur. Kısa dönemli yapılan çalışmalarda, HPV aşısının zaman içerisinde etkinliğinin azaldığı gösterilmemiştir.

Aşı yaptırdım, hala rahim ağzı kanseri taraması yaptırmam gerekir mi?

Evet. HPV aşısı yaptırmanız, rahim ağzı kanseri taramalarınızın sıklığını değiştirmeyecektir.  Unutmayın, HPV aşısı, 100’den fazla HPV tipinin tamamını kapsamamaktadır. Yine de, test yaptırmaya giderken daha rahat gidebilrisiniz J

HPV aşısının yan etkileri nelerdir?

HPV aşısının yan etkileri, diğer aşılardan farklı değildir. En sık rastlanan yan etki, enjeksiyon bölgesinde hafif kızarıklık ve hassasiyettir.

Gebelikte aşılanmanın fetusa herhangi bir olumsuz etkisi olmasa da, aşının gebelikte yapılması önerilmez.

Serviks (rahim ağzı) kanseri taraması nasıl yapılır?

Tarama için elimizde iki testimiz var: Smear testi ve HPV testi. Her ikisi de jinekolojik muayene esnasında, rahim ağzından alınan sürüntünün incelenmesine dayanır. Her ikisi bir arada yapılabildiği gibi, bazı kişilerde tek test yapılabilmektedir. Ülkemizin ulusal tarama programına göre, 30 yaşın üzerindeki kadınlarda, her 5 yılda bir HPV testi yapılmaktadır.

Smear veya HPV testim pozitif geldi. Ne yapmalıyım?

Endişe etmeyin! Sonuçta bu bir tarama testi. Her tarama testinde olduğu gibi, herhangi bir hastalık veya şüpheli durum olmadığı halde, yanlış olarak testin pozitif geldiği kişiler hep olacaktır. Bununla beraber, her iki test için de anormallik çeşitleri bulunmaktadır. Yapmanız gereken, bir jinekoloğa başvurmanızdır. Anormal tarama sonucu olan hastaların bir kısmında ileri tanı-tedaviye gerek kalmayacaktır. Bazı durumlarda kolposkopi (rahim ağzı ve vajinanın mikroskop ile incelenmesi) ve bulgulara göre biyopsi yapılması gerekebilir. Bunun kararını hekiminizle birlikte vereceksiniz. Hiçbiri, korkmanız, endişe etmeniz durumlar değil.

Kolposkopi nedir? Nasıl yapılır?

Kolposkop, serviksi (rahim ağzını), vajinayı, vulvayı ve anüsü 40 kata dek büyütüp inceleme şansı veren mikroskoptur. Kolposkopi, ortalama 5-10 dakika sürer. Rutin jinekolojik muayeneden pek farkı yoktur. İşlem esnasında anormal bölgeleri görmek amaçlanır. Bu amaçla, rahim ağzına asetik asit uygulanır. Bunu hafif bir yanma olarak hissedebilirsiniz. Gerekli görüldüğünde, biyopsi yapılabilir. Çoğu durumda lokal anestezi gerektirmez. Biyopsi, hafif kasılmaya yol açabilir ama korkacak seviyede ağrıya yol açmayacaktır. Biyopsi alınması, endişeye sokmasın. Bu sizde kanser öncesi lezyon olduğu anlamına gelmez. Alınan doku, patoloji laboratuarına gidecek ve patolog tarafından incelenecektir.

Kolposkopiyi, adet kanaması bittikten sonraki günlerde  yapabilmekteyiz. Eğer kan sulandırıcı kullanıyorsanız, muhakkak hekiminizi bilgilendirin.

Kolposkopi sonrası dikkat etmeniz durumlar hakkında hekiminiz bilgilendirme yapacaktır.

Genital siğilim var. Niçin oluştu? Nereden kaptım? Geçer mi? Tekrarlar mı? Kanser olur muyum?

Yukarıda da belirttiğim gibi, 100’ün üzerinde HPV tipi vardır. Bunlar içinde kansere yol açan bazı tipler olduğu gibi ( en çok 16 ve 18), siğillerin çoğuna da tip 6 ve 11 yol açar. Tip 6 ve 11’e bağlı kanser gelişimi beklenmez.

Genital siğiller de direk cilt temasıyla gerçekleşir. Bunların neredeyse tamamı cinsel ilişkiyle oluşur.

Siğillerin tedavi edilmesi, HPV’nin bulaştırılmasını engellemez. HPV’li kişilerin çoğunda da siğil gelişmez.

Siğiller, HPV’ye maruz kaldıktan haftalar sonra da gelişebilir, aylar sonra da. Dolayısıyla, ne zaman ve nasıl enfekte olduğunuz, çoğu zaman bilinemez.

Genital siğillerin tipine, yerleşimine, yayılımına ve hastanın özelliklerine göre elimizde birçok tedavi alternatifi vardır. Yüksek oranda tedavi olasılığımızın yanında, hepsinde bir miktar siğil tekrarlama riski bulunmaktadır. Detayları muayene sonrasında hekiminizle konuşmanız uygundur.

Menopoza girdim. Lekelenmem oldu. Ne yapmalıyım?

Menopozda vajinal kanamaya yol açan birçok sebep vardır. Hormon tedavisi alan kadınlarda adet vasfında kanama izlenebilir. Bunun dışında ise, menopozdaki kanamalar anormal olarak kabul edilir. Bu durumda muhakkak hekiminize başvurmanız gerekmektedir.

Menopozdaki kanamaların belli başlı sebepleri şunlardır:

  • Atrofi (menopoz öncesine göre düşük hormon seviyesinden dolayı rahim içi dokusunda ve vajinada doku incelmesi)
  • Rahim içi dokusunda kanser öncesi durumlar (hiperplazi) veya rahim duvarı kanseri
  • Polip, myom
  • Enfeksiyon
  • Kan sulandırıcı ilaç kullanımı

Myom nedir, niçin oluşur?

Rahimde oluşan büyüme alanları, urdur. Rahimin büyük bir kısmı kastan oluşmaktadır. Myomlar da kastan köken alır. Rahim içinde, ortasında, dışında olabilir. Tüm rahimi sarabilir. Çoğu kez, birden fazla olarak bulunurlar. İyi huylu tümörlerdir ve kansere dönüşme ihtimalleri göz ardı edilebilir.

Myomların oluşma sebebi, kesin olarak bilinmemektedir. Östrojen ve progesteron hormonlarına cevap vermektedirler. Ayrıca, bazı kadınlarda, myom gelişimine yatkınlık gösteren özel genler bulunmaktadır. Toplumdaki kadınların yaklaşık %80’inde myom gelişmiştir veya gelişecektir.

Bende myom olup olmadığını nasıl anlarım?

Myomlar, mikroskobik olabildiği gibi, greyfurt boyutunda ve hatta daha da büyük olabilirler. Çoğu küçüktür ve herhangi b ir şikayete yol açmaz. Yine de bazı myomlar (boyutlarına ve yerleşim yerlerine göre) adet siklusunun bozulmasına, fazla kanamalara, baskı hissine, ağrıya veya sık idrara çıkmaya yol açabilir.

Bunların yanısıra, her kadının yıllık jinekolojik muayene olmasını önermekteyiz. Bu muayenelerde, myom varlığı görülebilecektir.

Myomlar, hamile kalmaya engel midir? Hamile kalırsam düşük ihtimalini arttırır mı?

Myomu olan birçok kadın, herhangi bir sorun yaşamadan gebe kalabilir. Rahimin iç duvarını bozan bazı myom tipleri, gebe kalmaya çalışan kadınlar için sorun oluşturabilir. Rahimin dış duvarında olup, iç duvarında herhangi bozulmaya yol açmayan myomların ise fertiliteye etkisi oldukça hafiftir.

Dediğim gibi, myomu olan birçok kadın, tamamen normal gebelik geçirecek ve sorunsuz bir şekilde bebeğini kucağına alacaktır. Yine de, küçük bir grupta (büyük myomu olan, yerleşimi riskli olan) myomlar, gebelikte düşük, erken doğum gibi bazı sorunlara yol açabilir.

Myom nedeniyle ameliyat olmalı mıyım?

Yaşınıza, şikayetlerinize, myomun yerleşimine, boyutuna ve görünümüne göre hekiminiz, ameliyat önerebilir. Günlük pratiğimizde, myoma bağlı kanamaları olan, ağrısı olan ve baskı hissi olan hastalara (eğer bu şikayetleri ilaç tedavileriyle geçmiyorsa), gebelik planlayan ve myomun gebeliği kötüleştirebileceğini düşündüğümüz hastalara veya muayenede myomun yanısıra kötü huylu tümör olma ihtimali gördüğümüz hastalara ameliyat önerebilmekteyiz.

Not etmekte fayda var: Myomunuz alındıktan sonra menopoza girene dek tekrarlama ihtimali %10’dur. Dolayısıyla myom ameliyatının gerekip gerekmediği konusunda hekiminize başvurun.

Myom nedeniyle açık ameliyat mı, kapalı ameliyat mı?

Eğer ameliyat gereksinimi doğduysa ve ameliyata karar verdiyseniz, ameliyat şeklini (açık vs kapalı) hekiminizle konuşabilirsiniz. İlk kural şudur: hekimin kendini rahat hissettiği yol tercih edilmelidir.

Elbette ki kapalı ameliyatın (laparoskopi, robotik cerrahi), açık ameliyata göre hasta konforu açısından birçok avantajı (erken ayağa kalkma, erken taburculuk, daha az kesi, estetik avantaj, daha hızlı iyileşme…) mevcuttur. Kendi pratiğimizde, uygun olan tüm hastalara kapalı ameliyat önermekteyiz.

Muayenemde over (yumurtalık) kistim saptandı. Adet düzensizliğim, buna bağlı olabilir mi?

Over (yumurtalık) kistleri, yumurtalıktaki sıvı dolu keselerdir. Hemen her yaştaki kadınlarda izlenebilir. Çeşitli boyutlarda olabilir (2 cm- 40 cm). bazı kadınlarda, bası veya ağrı gibi şikayetlere yol açabilirken, birçok kişide semptom bulunmaz. Düzensiz menstruel sikluslar, nadir durumlar dışında, over kistlerine bağlı değildir.

Yumurtalık (over) kistim nedeniyle ameliyat olmam gerekir mi? Ameliyatta patolojiye parça gidiyor mu?

Over kistleri, her zaman tedavi gerektirmez. Hastanın yaşı, semptomları, muayenes, ve bazı kan sonuçlarına göre, takip veya tedavi kararı verilir. Şu durumlarda, over kisti nedeniyle ameliyat önerebilmekteyiz:

  • Devam eden ağrı-baskı hissi, kistte rüptür (kistin patlaması) ihtimali
  • Kistin boyutunun büyük olması ve kendiliğinden gerileme ihtimalinin düşük olması
  • Kanser şüphesi içermesi
  • Takiplerde kistin gerilememesi ve ultrasonda görüntüde bazı değişiklikler saptanması

İleri tetkik amacıyla çok nadir vakalarda MR veya BT isteriz. Kendi yaptığımız muayene ve ultrason, kistin nasıl yönetileceği (takip mi, tedavi mi) konusunda bize yeterli olacaktır. Ameliyat önerdiğimiz hastalrda, mümkün olan her durumda, öncelik olarak laparoskopi (kapalı ameliyat) sunarız. Kanser şüphesi içeren kist nedeniyle ameliyat ettiğimizde (açık veya kapalı), ameliyat esnasında, kist çıkarılıp o an incelenmek üzere patolojiye gönderilir. Buna frozen section inceleme denir. Yaklaşık 20-30 dakika içerisinde, patoloğun incelemesinden sonra gelecek sonuca göre ameliyat şekillenir.

KANSER, BÜYÜK ORANDA ÖNLENEBİLEN BİR HASTALIKTIR.

Kanser Taraması Nedir?

Kanser taraması, henuz bir sikayeti olmayan kişilerde erken tanı amacıyla uygulanan testlerdir. Kanser çeşidine göre tarama testleri ve zamanlaması farklılık gösterir. Riskli yaş grubu her kanser çeşidinde farklılık göstermektedir.

Taramaları klinik pratiğimizde, devlet sağlık politikası altında yapılan ve koşullara göre ülkeden ülkeye değişebilen halka yayılmış tarama programı ve gelişmiş ülke koşullarına göre hazırlanmış kılavuzlara uygun tarama programı olarak ikiye ayırabiliriz. T.C. Sağlık Bakanlığı tarafından önerilen kanser tarama programı https://hsgm.saglik.gov.tr/tr/kanser-tarama-standartlari adresinde mevcuttur. Bu yazıda ise uluslararası kılavuzlar ele alınmıştır.

Niçin Kanser Taramasına Girmeliyim?

Erken tanı konan tümörler, genellikle kolay tedavi edilebilen hastalıklardır. Çoğu zaman, tedaviyle birlikte hastaların yaşam beklentileri hastalıksız dönemle eşdeğer düzeyde seyrederek kişilerin uzun yıllar sağlıklı bir yaşam sürmeleri sağlanabilir. Tarama sonucunda kanser saptanmasa da kanser öncüsü lezyonlar saptanabilir. Bu durumda kansere ilerleme ihtimali olan lezyonlar kolaylıkla tedavi edilerek aksi durumda kansere ilerleyecek olan lezyon ortadan kaldırılır.

Anormal Tarama Testi Sonucu, Kanser Olduğum Anlamına mı Geliyor?

Birçok zaman, hayır! Bu durum, sadece normal popülasyona göre, sizde o kanser riskinin bir miktar arttığı anlamına gelir. Anormal sonucunuz varsa, ileri tetkik-tedavi veya yakın takip için hekiminizle görüşmeniz uygun olacaktır.

Kadınlar İçin Hangi Kanserlere Karşı Tarama Yapılabilir?

Şu kanser tiplerine karşı tarama yapılabilemektedir: Serviks (rahim ağzı) kanseri, over (yumurtalık) kanseri, meme kanseri, kolon ve rektum kanseri.

Serviks (Rahim Ağzı) Kanseri Taraması

Serviks kanseri gelişimi için en önemli risk faktörü HPV enfeksiyonudur. HPV’nin 100’den fazla farklı tipi vardır. HPV tip 16 ve 18 dünya genelinde servikal kanserlerin %70’ine yol açarken; HPV’nin diğer yüksek tipleri olan tip 31, 33, 45, 52 ve 58 ek olarak serviks kanserlerinin %20’inde etkendir. HPV 6 ve 11 ise genital siğillerin %90’ından sorumludur. HPV genellikle cinsel kontakt ile bulaşır. 50 yaşına kadar, cinsel aktif erişkinlerin %75-80’i en az bir genital HPV enfeksiyonuna yakalanacaktır. Birçok durumda bağışıklık sistemi virüsün temizlenmesini sağlar.

Serviks kanserini taramak için yıllık jinekolojik muayenenin yanı sıra iki önemli testimiz mevcuttur: HPV testi ve Pap smear testi. İki test aynı anda yapılabilir. Test esnasında, rahim ağzından sürüntü örneği alınır. Alınan örnek, sıvı içeren tübe yayılır.

Serviks Kanseri İçin Kimler Taranmalıdır?

Cinsel aktif olan 21 yaş ve üzerindeki kadınlarda serviks kanseri taraması önerilmektedir. Kişinin hikayesinde ve jinekolojik muayenesinde anormal bulgu saptanmadığı sürece, test sonuçlarının da normal gelmesi durumunda, 21-29 yaş arasında 3 yılda bir smear testi, 30 yaş ve üzerinde ise 5 yılda bir hem smear hem HPV DNA testi yapılması yeterli olacaktır. Özellikli durumu olmayan kadınlarda, 65-70 yaşında tarama sonlandırılabilir.

HPV testi veya Smear Testi Öncesi Neye Dikkat Etmeliyim?

Eskinden adetli olan kadınlarda smear testinin ertelenmesi önerilirdi. Elbette, kanama olmayan dönemde smear ve/veya HPV testi yapılması daha rahat olacaktır. Artık sıvı bazlı metodların kullanılmaya başlanmasıyla birlikte vajinal kanaması olan kadınlarda  smear/HPV testi alınabilmektedir. Yine de ideal zamanlama, ilk adet gününden sonraki ikinci ve üçüncü haftalardır.

Elimizdeki az hastada yapılmış tek çalışmanın sonucuna göre, HPV testi öncesi cinsel ilişkiye girmiş olmak veya normalde de önermediğimiz vajinal duş, test sonucu etkilememektedir. Tercihen, smear/HPV testi öncesi en az 24 saat cinsel ilişki önermemekteyiz.

Smear ve/veya HPV Testi Sonucu

Smearda anormal hücreler saptanması veya HPV testinizin pozitif gelmesi durumunda, test sonucun derecesine göre hekiminiz kolposkopik muayene veya yakın takip önerebilir.

Over (Yumurtalık) Kanseri Taraması

Over kanseri taraması, özellikle, ailede over kanseri hikayesi olan veya BRCA gen mutasyonu veya Lynch Sendromu olan hastalarda önerilir. Tarama; rutin jinekolojik muayene, ultrason ve kanda bakılan CA 125 testi ile yapılır.

Meme Kanseri Taraması

Artmış riski (ör. BRCA gen mutasyonu) olmayan kişilerde, 40 yaşında başlayan meme taraması önerilmektedir. En az 75 yaşına kadar meme kanseri taramasının devam etmesi önerilir. Tarama sıklığı, hastanın yaşı ve risk faktörlerine göre 1 veya 2 yılda bir olacak şekilde planlanır. Bu konuda hekiminiz, kişisel risk faktörlerine göre sizi bilgilendirecektir.

Meme kanseri taraması, yıllık meme muayenesi ve mamografi ile yapılır. Mamografide, her bir meme, sağdan sola ve yukarıdan aşağıya tamamen taranır.

Kişinin kendi kendine meme muayenesi faydası kanıtlanmış bir uygulama değildir. Yine de, hekiminizin vereceği kısa önerilerle meme için özfarkındalık yaratabilirsiniz.

Kolon ve Rektum Kanseri Taraması

Kolorektal kanser taramasında amaç, kansere ilerleme ihtimali olan polipleri bulmaktır. Normal popülasyona göre artmış risk faktörü (ör. Chron hastalığı, ülseratif kolit, Lynch Sendromu) olmayan kişilerde, 50 yaşında başlayacak şekilde her 10 yılda bir kolonoskopi veya her 5-10 yılda bir sigmoidoskopi ve her yıl dışkıda gizli kan testi önerilir.

Sonuç olarak kanser taraması, ya kanser tanısının erken konulmasını ya da kansere ilerleme ihtimali olan lezyonların tanısını sağlayarak hayatlara önemli ölçüde dokunur. Bunun yanı sıra hastalarımızın tamamına sigarayı bırakmayı, aşırı güneş maruziyetinden ve alkol tüketiminden kaçınmayı, kırmızı et tüketimini önerilen sınırlarda tutmayı, kiloya dikkat etmeleri ve düzenli fizik aktivitede bulunmaları gibi bazı önerilerde de bulunmaktayız.

KANSER, BÜYÜK ORANDA ÖNLENEBİLEN BİR HASTALIKTIR.

Gestasyonel Trofoblastik Hastalık (Üzüm Gebeliği ya da Mol Gebelik)

Halk arasında üzüm gebeliği olarak bilinen hastalık tıpta gestasyonel trofoblastik hastalık olarak tanımlanır.  GTH plasental dokudan(çocuğun eşinden) kaynaklanan başta mol hidatiform (üzüm gebeliği), invaziv mol, korikarsinom ve trofoblastik yer tümörü olmak üzere pek çok patolojik gelişme ile ilişkili bir hastalık tablosudur. Pek çok tipi vardır. GTH iyileşmediğinde ortaya çıkan hastalık gestasyonel trofoblasik tümör(GTT) adını alır. GTT sıklıkla üzüm gebeliği (mol hidatiform) sonrası oluşur. Nadiren düşük ve normal gebelik sonrasında da meydana gelebilir. Patolojik olarak GTT sıklıkla invaziv mol ve kariokarsinom olmak üzere iki şekilde görülür.

Günümüzde GTH kolay tedavi edilebilen ve tam şifa sağlanabilen bir hastalık olarak bilinir. Bunun birkaç nedeni vardır. Birinci neden; hCG gibi önemli bir tümör beliteçi salgılarlar. HCG denen maddenin kan seviyesi GTH’lı kadınların tamamında normalin üzerine çıkar ve çok yükselir. İkinci neden, hastalığın geleceğini belirleyen faktörler çok iyi bilinir. Üçüncü ve en önemli neden ise bu tümörler kemoterapiye çok iyi cevap verirler.

GTH hastalık gebelikle ilişkili bir hastalıktır. Bu nedenle Ülkemiz gibi doğurganlık hızının fazla olduğu toplumlarda sık görülür ve önemli bir sağlık sorunudur. Ülkeden ülkeye değişmekle birlikte her 1000 gebelikte 1 oranında görülür.

GTH İle İlişkili Faktörler

  1. Irk
  2. Beslenme özellikleri
  3. Yaş
  4. Gebelik Sayısı
  5. Geçirilmiş Mol Hidatiform
  6. Doğum Kontrol Yöntemleri
  7. Sigara

Mol Hidatiform

Mol hidatiform(MH) halk arasında üzüm gebeliği olarak bilinir. En sık görülen ve tedaviye en iyi cevap veren bir GTH’dır. İnkomplet (parsiyel) ve komplet olmak üzere iki tipi vardır. İnkomplet mol’de rahim içinde hastalıklı bölge dışında cenine ait sağlam parçalarda vardır. Komplet mol’de ise rahim içi tümü ile üzüm gebeliği şeklindedir ve cenine ait dokular bulunmaz. Komplet molde babaya ait genetik yapı vardır.

Klinik

Mol olgularını %75-80’i anormal kanamalar ile kliniğe müracaat eder. Hastaların önemli bir bölümünde adet gecikmesi sonrasında anormal kanamalar görülür. Bu nedenle hastalık başlangıçta çoğu zaman düşük(abortus) olarak değerlendirilir. Jinekolojik muayenede, uterus(rahim) beklenen gebelik haftasından büyük bulunabilir. Ultrasonografik muayeneler sayesinde mol olgularının büyük bir bölümü şikayete neden olmadan tanınabilmektedir.

Tanı gebelik testi mol olgularında pozitiftir. İdrarda ve kanda HCG denen madenin düzeyleri daima belirgin olarak artmıştır. Ultrasonografi MH’un erken tanısı yanında GTT olgularının erken tanısında da büyük yarar sağlar. Komplet MH olgularının %80’i parsiyel mol olgularının %30’u histopatolojik değerlendirme öncesinde USG ile tanınabilir. Başka bir açıdan bakıldığında mol olgularının yaklaşık yarısında USG bulguları mole benzemez. Bu nedenle rahim içindeki cenini boşaltmak için tapılan her türlü kürtaj mataryeli patoloji laboratuarına gönderilmelidir.

USG yanında BT ve MR gibi görüntüleme yöntemlerinden de tanıda yararlanılabilir ancak bu yöntemler daha çok GTT’lerin yayılma odaklarının saptanmasında kullanılmalıdır.

Mol Hidatiform Tedavisi

MH(mole hidatiform-üzüm gebeliği) tanısı koyulur koyulmaz rahim içi mümkün olduğu kadar kısa sürede boşaltılmalıdır. Mol tahliyesi vakum küretaj ile yapılmalı ve iç bölge tümü ile üzüm gebeliğinden temizlenmelidir.

Tedavi Sonrası Takip

Mol tahliyesi sonrası hastalar, kan hCG düzeyi normale inene kadar 7-10 gün aralıklar ile takip edilmelidir. HCG takiplerinin amacı devam eden GTH olgularını başka bir deyişle gestasyonel trofoblastik tümör(GTT) olgularını belirlemektir.

HCG kan seviyesi GTT’lü hastalar dışında bazı yumurtalık tümörlerinde ve normal gebelikte de yükselir. Mol tahliyesinden sonra yapılan hCG ölçümlerinde kan hCG düzeyi normale indiğinde hastalık iyileşmiş kabul edilir. Ancak hastalar bir yıl süresince hCG ölçümleri ile takibe devam edilmelidir. Çünkü bu süre içinde hastalık tekrarlayabilir. Bir yıl sonrasında hCG normal düzeyde ise MH tümü ile ortadan kalkmış ve hastalık tümü ile tedavi edilmiş kabul edilir. Bu durumda hasta takipten çıkartılır.

Homon korionik gonodatropin(HCG) mol tahliyesi sonrası normale indikten sonra hCG ölçüm aralıkları ilk 6 ay için, ayda bire sonraki 6 ay için, 2 ayda bire çıkartılır. Bu dönemde hasta gebe kalmamalıdır. Gebeliği önlemek için doğum kontrol haplarının kullanımı önerilir.

Mole tahliyesi sonrası yapılan hCG kontrollerinde; HCG kan düzeyi aynı seviyede kalır veya artarsa hastalık persiste(devam eden) trofoblastik hastalık veya gestasyonel trofoblastik tümör adını alır.

Gestasyonel Trofoblastik Tümör

Gestasyonel trofoblastik tümörü (GTT) sıklıkla bir molar gebelik sonrasında oluşmasına rağmen düşük(abortus) ve normal gebelik sonrasında da ortaya çıkabilir. GTT rahim dışına yayılmamış(non-metastatik) ve yayılmış(metastatik) olmak üzere iki şekilde görülebilir.

Metastatik(yayılmış) GTT, MH olgularının %4’ünün sonrasında meydana gelir. Diğer gebelikler sonrasında da oluşabilir. Metastatik olananlar metastaz (yayılma) bölgelerine göre değişik şikâyetlere neden olabilir. Örneğin akciğere yayılmış hastalarda öksürük, kan tükürme ve nefes darlığı görülür, doğum yoluna yayılmış olanlarda kanama, beyine yayılmış olanlarda ise baş ağrısı, görme bozuklukları ve baş dönmesi gibi nörolojik şikâyetler ortaya çıkar. GTT olgularının %80’inde akciğerde , %30’unda vajinada (doğum yolunda), %20’sinde pelvisde (kasık içinde), %10’ununda karaciğerde ve %10’ununda beyinde yayılmaları görülür.

GTT’de Tanı ve Histolojik Tipler

Yukarıda da belirtildiği gibi MH tahliyesi sonrası yapılan hCG kontrolerinde 3 hafta boyunca kan hcg düzeylerinde değişiklik olmaması veya birbirini izleyen 2 hafta boyunca kan hCG düzeyinin artması anormal olarak kabul edilir. Bu durumda hastalık persiste(devam eden) trofoblastik hastalık veya gestasyonel trofoblastik tümör adını alır. Altı aydan daha uzun bir zaman dilimi içinde hCG’si normal sınırlar içine gerilemeyen ve patolojik olarak kariokarsinom tanısı koyulmuş olan hastalarda GTT tanısını alırlar. Bir molar gebelikten sonra persiste GTH gelişme olasılığı ortalama %20’dir. GTT’lerin kariokarsinom dışında farklı alt histopatolojik tipleri vardır.

GTT (Habis GTH)

  1. Invaziv mol
  2. Koriokarsinom
  3. Plasental yer tümörü
  4. Epithelioid trofoblastik tümör
  5. Diğerleri

İnvaziv Mol

İnvaziv mol MH’un rahim duvarı içinde görülmesi durumudur. Yayılma yapmayan bir GTT türüdür. Tedaviye cevap verme olasılığı yüksek bir GTT tipidir. Ultrasonografik muayenelerin yaygınlaşması iler birlikte invaziv mol tanısı daha erken ve kolay koyulabilmektedir.

Koriokarsinom

Yayılım yapma olasılığı çok yüksek olan bir GTT tipidir. Ön planda kan damarları yolu ile yayılım yapar. Bu özelliği nedeni ile vücudun her tarafına yayılabilir. Sık yayıldığı bölgeler; karaciğer doğum yolu ve beyindir. Üzüm gebeliği sonrasında oluşabileceği gibi, düşük ve normal gebelikler sonrasında oluşabilir.

Yukarıda belirtildiği gibi koriokarsinom dışında GTT’ün pek çok alt grubu vardır. Ancak bunlar çok nadir görüldüklerinden burada değinilmeyecektir.

Klinik Değerlendirme

Herhangi bir şekilde GTT tanısı almış hastalarda tedavi öncesi ilk yapılması gereken hastalığın rahim dışına yayılıp yayılmadığının araştırılmasıdır. Bu araştırma sırasında çoğu zaman biyopsi(parça) almaya gerek yoktur. Jinekolojik muayene sonrasında yapılan ultrasonografik araştırma ile hastalığın rahim içindeki yeri ve büyüklüğü hakkında önemli bilgilere ulaşılabilir.

Bu muayenelerden sonra ikinci basamakta akciğer ve karın boşluğu tomografisi yapılarak varsa yayılım bölgeleri aranır. Bu amaç için MR’ da çekilebilir.

Bu araştırmalardan sonra hastalığın evresi(yaygınlığı) belirlenir ve tedavi evreye göre verilir.

GTT Tedavisi

GTT’lü olguların yarıdan fazlasında(%75) patolojik tümör tipi invaziv mol’dür. Ancak GTT’de tedavi seçiminin patolojik tip ile ilişkisi yoktur. Başka bir deyişle GTT’de tümör histolojisi tedavi şeklini etkilemez.

Yukarıda belirtildiği gibi GTT tanısı koyulduktan sonra muayene ve filimler ile yaygınlık veya evre belirlenir ve tedavi başlanır. GTT’lerin tedavisi kemoterapi ile yapılır. Bu tümörler kemoterapi ilaçlarına çok iyi cevap verirler. Ancak bazı özel durumlarda radyoterapi ve ameliyat gerekebilir.

Hastalık sadece rahim içinde ve başka bir yere yayılmamış ise veya sadece akciğere yayılım varsa metotraksat ve aktinomisin-D denen kemoterapi ilaçlarından biri ile tedaviye başlanır. Hastalık akciğer dışında bir yere yayılmış ise, tek ilaçlı kemoterapiye cevap vermez ise ve bazı özel durumlarda tedavi çok ilaçlı kemoterapi şeklinde yapılır.

Hastalık tedavi öncesi karaciğer ve beyine yayılmamış ise %80-90 oranında iyileşir. Bu organlara yayılmış tümörlerde iyileşme oranı yaklaşık %60 civarındadır.

Tedavi Sonrası Takip

GTT olgularının %90’dan fazlası tedavi sonrasında tümü ile iyileşirler. Tedavi sonrası hastalık tekrarlama oranları %4 – %8 arasındadır. Tekrarlamaların önemli bir bölümü tam cevabın alındığı başka bir deyişle HCG’ nin normale döndüğü andan itibaren 18 ay içinde görülmüştür. Tekrarlamalar yüksek riskli GTT’lü olgularda ve kariokarsinomlarda daha sık görülür.

Onkolojide birçok organ kanserinde olduğu gibi genital kanserlerde de en önemli prognostik faktörlerden biri lenf nodlarına hastalık yayılımıdır. Bununla birlikte cerrahi tedavi planlanan jinekolojik kanser olgularının %20’sinden azında lenf nodu tutulumu olduğu halde, lenfatik tutulumu belirlemeye yönelik olarak yapılan işlemlerle cerrahi müdahale ve hastanede kalış süresi uzamakta, ciddi intraoperatif komplikasyon riski artmakta, yanı sıra uzun dönem sekeller ortaya çıkmaktadır. Herhangi bir anatomik bölgenin ilk drene olduğu lenf nodu sentinel lenf nodu (SLN) olarak tanımlanır. SLN kavramı, SLN durumunun tüm lenfatik sahanın durumu hakkında bilgi vereceği tezine dayalıdır. SLN’de tutulum yoksa bölgesel lenf nodlarının kalan kısmında da hastalık olmaması beklenmelidir. Günümüzde jinekolojide endometrium, serviks ve vulva kanserinde SLN çalışması başarıyla uygulanabilmektedir. SLN cerrahisi ile ameliyat ve hastanede yatış süreleri kısalmaktadır.

Ayrıca hasta gereksiz cerrahi ve komplikasyonlarından korunmakta ve yaşam kalitesi daha iyi olmaktadır. Bu uygulama için uygun Robotik veya Laparoskopik Sistemlerle büyük karın kesilerine gerek kalmaksızın ameliyat yapıldığında, hasta çok hızlı bir şekilde iyileşme göstermekte ve daha az ağrısı olmaktadır. Buna karşılık cerrahi tedavi ile ulaşılması istenen hedeflere ulaşılmaktadır.

Jinekolojik kanser cerrahisinde SLN uygulamasını ilk kabul eden merkezlerden biri olarak, endometrium, serviks ve vulva kanserli hastalarda SLN yakalama ve bu hastalardaki sağkalım oranımız, dünyanın önde gelen kanser hastaneleriyle benzerdir. Jinekolojik kanserlerde sentinel lenf nodu cerrahisi ile ilgili deneyimlerimiz, uluslararası saygın bilimsel dergilerde yayınlanmıştır (detaylar için lütfen Özgeçmiş’e bakınız).

Günümüzde, iyi huylu jinekolojik hastalıklarda ve birçok jinekolojik kanser cerrahisinde, laparoskopi ve robotik cerrahi (kapalı ameliyat) yaygın olarak kullanılmaktadır. Myom, yumurtalık kisti, endometriozis gibi hastalıklarda, sarkan vajina veya rahmin yukarı asılması gerektiğinde (sakrokolpopeksi/sakrohisteropeksi), rahim alınması gereken durumlarda, jinekolojik kanserlerin çoğunda (rahim kanseri, yumurtalık kanseri, rahim ağzı kanseri gibi) laparoskopi veya robotik cerrahiyi ön planda önermekteyiz.

Laparoskopik veya robotik cerrahinin en önemli avantajları, birçok zaman hasta için hastanede yatış gerektirmemesi, yatış olacaksa bile sürenin açık ameliyatlara göre daha kısa olması, ameliyattan sonra oluşabilecek ağrının az olması ve ağrı kesicilerle kolayca giderilmesi, normal yaşama dönüş süresinin kısa olması ve kozmetik sonucun (daha az yara izi) açık cerrahiye göre daha iyi olmasıdır.

Laparoskopik/robotik operasyon esnasında, karın içerisinde uygulanan işlemler, açık cerrahide yapılanlarla hemen hemen aynıdır. Açık cerrahiden fark ise, geniş bir keşiden ziyade 0.5-1 cm’lik kesiler yapılması ve karın içerisine özel cerrahi aletlerle ulaşılmasıdır.

Laparoskopik Ameliyatlar Nasıl Yapılır?

Genel anestezi altında ve hasta uyutularak gerçekleştirilen laparoskopik ameliyatları uygulayabilmek için; laparoskopi ünitesine, uygun el aletlerine, tecrübeli bir cerraha ve yine aynı deneyimde bir ekibe ihtiyaç duyulmaktadır. Laparoskopi ünitesi; görüntü alan kamera, soğuk ışık kaynağı, karın içine hava veren insüflatör, monitör ve video/görüntü kaydedicisinden meydana gelmektedir. İlk olarak bir delikten vücuda giriş yapılır ve karın içi karbondioksit gazı ile şişirilir. Daha sonra ise ucunda ışık olan teleskop kamera ile karın içinde inceleme yapılır. Yapılacak cerrahi girişimin türüne göre ilave trokarlar girilir. Bu trokarlardan girilen aletlerle monitörden görüntü elde eden cerrah ameliyatı gerçekleştirir. Kameranın yardımı ile normalden çok çok daha büyük ve daha ayrıntılı alınan görüntü dolayısıyla anatomik yapıların daha ince detaylarına kadar görülebilmesi imkanı bulunmaktadır. Bunun yanında cerrahi girişimler çok daha kansız gerçekleşmektedir.

Robotik Ameliyatlar (Da Vinci) Nasıl Yapılır?

Robotik cerrahi, sağladığı 3 boyutlu mükemmel görüntü kalitesi ve robotik kolların hareket yeteneği sayesinde, özellikle zor histerektomi ve kanser ameliyatlarının, hastaların açılmasına gerek kalmadan, kapalı olarak yapılmasına imkan tanır.

Hastanın karnına 3 veya 4 adet, 1 cm’den küçük kesi yapılarak, robot kolları ve kamera yerleştirilir. Laparoskopik cerrahinin hastaya getirdiği tüm avantajlarının yanı sıra üç boyutlu görüntü imkanı vermesi ile el ve bilek hareketlerini taklit edebilen ve yedi boyutta hareket imkanı olan robotik kollar ile operasyon gerçekleştirilmektedir.

Bu teknoloji hastaya daha az hastanede kalış süresi ve günlük hayata daha çabuk dönüş süresi tanımaktadır. En önemli avantajlarından biri de operasyon esnasında daha az kan kaybı ve daha az ağrı vermesidir.

Robotik cerrahinin en önemli dezavantajı ise hala maliyetinin yüksek olmasıdır.

Cinsel yolla bulaşan hastalıklar bir partnerden diğerine cinsel temasla bulaşan enfeksiyonlardır. Amerika Birleşik Devletleri’nde Hastalıkların Kontrolü ve Önlenmesi Merkezi (CDC) bilgilerine göre bu ülkede her yıl 15 milyon kişiye cinsel yolla enfeksiyon bulaşıyor. En büyük risk altındaki grup da 16-24 yaşlarındaki genç insanlar.

Bu hastalıkların çoğunun kolaylıkla tedavi edilebilir.Fakat ihmal edildiğinde özellikle genç kadınlarda pelvik enfeksiyon adı verilen ve yumurtalıklar ile rahim kanallarını tutan ciddi bir enfeksiyona sebep olabilir. Bunun sonucunda da kısırlık ve bazen de günlerce hastanede yatmasını ve/veya ameliyat gerektiren bir sorun ortaya çıkabilir.

Cinsel yolla bulaşan en sık enfeksiyon olan Human Papilloma Virus (HPV) enfeksiyonunda virüsün bazı tiplerinin rahim ağzı kanseri, anal kanser, vajina ve dış genital bölge (vulva) kanserleri, ağız ve boğaz bölgesi kanserleriyle ilişkisini biliyoruz.

Sifilis, gonore (belsoğukluğu), AIDS, Hepatit bazen ölümle de sonuçlanabiliyor. Cinsel temas sadece cinsel ilişki olarak da algılanmamalıdır. Öpüşme, oral, anal temaslar ve bazı cinsel nesneler (vibratörler gibi) cinsel yolla bulaşan hastalıkların yayılmasında rol oynamaktadır.

Prezervatifler cinsel yolla bulaşan hastalıkların önlenmesinde çok etkili olabilmektedir. Bu nesneler HIV ve belsoğukluğunun yayılmasını engellerken, diğer taraftan HPV, klamidya ve herpese karşı çok az koruyucu etkisi vardır.

Klamidya Enfeksiyonları

Klamidya mikrobu hücre içi yaşayan bir canlıdır. Vaginal, anal ve oral yolla bulaşmaktadır. Kadınların % 75’i ve erkeklerin % 25’inde herhangi bir şikâyet yapmaz. Vaginal ve penis akıntısı, idrar yaparken yanma ile kendini belli eder. Tedavi edilmediği durumlarda kadınlarda pelvik enfeksiyona ve buna bağlı kısırlık, dış gebelik ve tedaviye cevap vermeyen pelvik ağrılara yol açabilir. Erkekte ise epididimit ve testiste iltihaba sebep olurken, bununla birlikte kısırlığa sebep olabilir. Bu enfeksiyona maruz kalmış kişilerin HIV virüsünü alma eğilimi çok yüksektir. Yenidoğana doğum esnasında bulaşırsa, ağır zatürree ve göz enfeksiyonlarına neden olabilir.

Prezervatif klamidyal enfeksiyonun bulaşmasını azaltır ama tamamen engellemez.

Gonore (Belsoğukluğu)

Belsoğukluğu (gonore) bir bakteri enfeksiyonudur. Vaginal, oral ve anal seks ile bulaşır. Bazen hiçbir belirti vermezken, bulaşmadan 2-10 gün içinde şikâyet vermeye başlar. Penis, vagina veya anüste akıntı ve yanma ile kendini gösterir ve idrar yaparken kaşıntı ve hafif yanma gibi belirtileri vardır. Antibiyotik tedavisi vardır ama enfeksiyonun tedavi edilmiş olması meydana getireceği komplikasyonları önlemez. Örneğin rahim kanallarını tuttuysa buralarda hasar tedaviye rağmen olabilir. Kanalların hasar görmesinden dolayı kısırlık, dış gebelik ve pelvik enfeksiyona neden olur. Erkeklerde ise sperm kanalların tıkanmasına ve buna bağlı kısırlık yapabilir.

Hepatit B (HBV)

Hepatit virüsünün yaptığı ve karaciğerde hasara neden olabilen bir enfeksiyondur. Seks ve vücut salgıları ile bulaşabildiği gibi, enfekte şırınga, diş aletleri, hastalıklı kişiden alınan kan ve ürünleri enfeksiyonun bulaşmasına neden olur. Enfeksiyon bulaşmış kişilerin 1/3’ünde herhangi bir belirti vermez. Eğer belirti verirse, baş ağrısı, ateş, adale ağrıları, halsizlik, iştahsızlık ve bulantı ile kendini belli eder. Karaciğerde hasar meydana geldiyse, koyu idrar, karın ağrısı ve cilt ile göz aklarının sararması gözlenir. Özel bir tedavisi yoktur. Çoğu kişide 4-8 haftada kendiliğinden iyileşir ve bağışıklık meydana gelir. Bir bölümde ise enfeksiyon kronik halde devam eder. Kronik olarak enfekte olan kişilerde karaciğer hasarına bağlı siroz ve karaciğer kanseri görülebilmektedir. Kronik enfeksiyonlu olan anneden doğan bebeği korumak için doğduğunda immünglobulindenen serum ve hepatit aşısı mutlaka yapılmalıdır. Yenidoğanları hepatitten korumak için risk altında olmayan bebeklere doğduklarında ülkemizde de rutin olarak hepatit aşısı yapılmaktadır.

HIV (AIDS)

HIV virüsü kaynaklıdır. Vaginal, oral ve özellikle anal seks ile bulaşmaktadır. Ayrıca enfekte şırınga, kan ve kan ürünleri, anne rahminde, doğumda ve anne sütünden bulaşabilmektedir. HIV virüsü vücut bağışıklığını sağlayan akyuvarları hasara uğrattığından ilaveten fırsatçı enfeksiyonlar ve tümörler de ona eşlik edebilmektedir. Ölüm virüs enfeksiyonundan ziyade, bağışıklığın baskılanması ile ortaya çıkan fırsatçı enfeksiyonlardan dolayı olmaktadır. AIDS olan hamilelerin yaklaşık % 20-30’unda yenidoğanlar da AIDS hastalığı taşırlar ve maalesef ilk 18 ayda kaybedilmektedir. Kesin tedavisi halen yoktur. Var olan tedaviler vücut bağışıklık sistemini kuvvetlendirmeye yaramaktadır.

Genital Herpes

Genital herpes bir virüs enfeksiyonudur. Herpes tip 1 (HSV-1) genelde dudaklarda görülür ve uçuk diye adlandırılır. Ancak oral seks esnasında temasla bulaşabilir. Herpes Tip 2 ise genital bölgede bulunan aktif enfeksiyon olan cildin vaginal, anal veya oral seks ile temasından bulaşmaktadır. Bulaşmadan sonra genital bölgede önce kaşıntı ve yanma, ardından sivilceye benzer küçük kabarıklıklar olur, sivilceler patladıktan sonra açık yara halini alır ve birkaç haftada kendiliğinden iyileşir. HSV-2 ‘nin tedavisi antiviral ilaçladır. Ağızdan tablet şeklinde alınır, aynı zamanda lokal kremler şeklinde yaralara sürülür. Açık yaraları olan kişilerin AIDS virüsünün bulaşması kolaylaşır. Eğer enfeksiyonlu kişi bir hamile ise mutlaka sezaryenle doğum yapmalıdır. Doğum esnasında yenidoğana virüs bulaşırsa, ağır enfeksiyon ve beyin hasarına neden olur. Sık tekrarlamalarla gidebilir. Buna yönelik, tedavi rejimleri değişiklik gösterecektir.

Human Papilloma Virus (HPV)

HPV, dokuda epitelyal yüzeylere ilgisi olan (epiteliotropik), küçük, kılıfsız, deoksiribonükleik asit (DNA) virüsüdür. Papillomaviridiaeailesinde yer almaktadır. İnsan türüne özgü olması nedeniyle ‘Human’ Papillomavirüs adını almaktadır. Vaginal, anal ve oral seks ile bulaşır.

Son zamanlarda HPV’nin neden olduğu enfeksiyon sıklığında belirgin bir artış görülmektedir. Tüm dünya genelinde, anogenital HPV, en sık cinsel yolla bulaşan hastalıktır. Tüm cinsel yolla bulaşan hastalıklar gibi, HPV enfeksiyonu da ilk cinsel ilişkiden sonraki ilk dekadda, tipik olarak 15-25 yaşları arasında pik yapar. Bir kadının ömrü boyunca en az bir kez HPV’ye maruz kalma ihtimali %85 iken, bu oran erkeklerde %91’dir. Farklı partner sayısı arttıkça, HPV bulaş ihtimali artarken, partner sayısı azaldıkça bulaş ihtimali de azalır.

Genital bölgede en sık kondilom (genital siğil) olarak kendini gösterir. Amerika Birleşik Devletleri ve İskandinavya ülkeleri gibi gelişmiş ülkelerde yapılan popülasyon çalışmalarında, cinsel aktif kişilerde genital siğil prevalansı %1-10 arasında değişmektedir. Ülkemizde, 81 ilde yapılan anket çalışmasında, 30-65 yaş arası kadınlarda genital siğil yıllık prevalansı 154/100.000 olarak bulunmuştur.

Siğilin yanısıra, kadın genital kanserlerine (rahim ağzı, vajina, vulva, anüs kanserleri) ve orofaringeal kanserlere (ağız, boğaz, gırtlak kanserleri) de yol açmaktadır.

Sifiliz

Sifiliz bir bakteri enfeksiyonudur. Penisilinin keşfinden sonra neredeyse ülkemizde kökü kurutulmuştu. Fakat yabancı hayat kadınlarının ülkemizde yaygınlaşması ve korunmasız seks, ülkemizde sifilizin yaygınlığını arttırmıştır. Seks ile bulaştığı gibi, sifiliz yaralarına temas da yaygın bulaşma şeklidir. İlk dönemde ağrısız şankr denen bezeler ile kendini belli eder. Eğer tedavi edilmezse, döküntüler, ateş, kırgınlık, saç dökülmesi ve vücutta yaygın şişlikler ile kendini gösterir. Son döneminde ise nörosifiliz denen ve sinir ile beyin hasarı görülmektedir. Tedavisi penisilin ile mümkündür. Ancak geç dönemde saptanırsa tedavi tamamlanmasına rağmen, bıraktığı sekellerde iyileşme görülmez. Tedavi edilmeyen kişilerde, kalp, göz, beyin, eklem, kemiklerde ağır hasarlar olur ve ölüme kadar ilerleyebilir. Hamilelikte sifiliz tedavi edilmezse anne karnında % 25 oranında bebek ölümüne neden olabilir. Tedavi edilmemiş sifilis olan hamilelerin % 40-70’inde yenidoğanda aktif sifiliz saptanır. Eğer tanı konulamazsa kalp, göz ve beyinde hasara bağlı ölümler hiç de seyrek değildir.

Trikomonas Vaginalis

Trikomonas tek hücreli canlıdır (protozoa). Cinsel temasla yayılabildiği gibi banyo havluları ve kıyafetlerde de bulunabilir ve bunların giyilmesi ile de bulaşabilir. Sarı-yeşil ve köpüklü bir vaginal akıntı ile kendini belli eder. Kötü koku vardır. Vagina ve idrar yollarında yanma ve kaşıntı olabilir. Erkeklerde peniste kızarıklık olabilmekle birlikte genelde belirti vermez. Tedavide antibiyotik kullanılır. Önemli nokta her iki partnerin de tedavisidir. Hamilelikte trikomonasın tedavi edilmemesi amniyon zarının iltihaplanmasına, zarların patlamasına ve erken doğuma neden olur.

Kronik pelvik ağrı, alt karın bölgesinde en az 6 aydır devam eden ağrıdır. Adet dönemleriyle ilişkili ya da ilişkisiz olabilir.

Pelvik Ağrının Jinekolojik Nedenleri

  • Endometriyozis ve endometrioma
  • Adenomyozis
  • Adezyonlar (karın içi yapışıklıklar)
  • Pelvik inflamatuar hastalık
  • Myom
  • Pelvik konjesyon
  • Rahim pozisyon bozuklukları
  • Yumurtalık kistleri
  • Rahim sarkması
  • Zor doğum sonrası bağ yırtıklıkları

Pelvik Ağrının Diğer Nedenleri

  • İrritabl barsak sendromu
  • Kronik apendisit
  • İnflamatuar barsak hastalıkları
  • Divertikülit
  • Fibromyalji
  • Fistül
  • Anormal mesane fonksiyonu
  • Kronik üretrit
  • Sistit
  • Psikolojik problemler
  • Sinir basısı

Kronik Pelvik Ağrının Tanısı

Altta yatan sebebi bulmak için dikkatli bir anemnez (tıbbi hikâye) ve muayene sonrası laparoskopiye kadar giden testlerle tanıya ulaşılabilir.

Tedavi

Sadece ağrı kesiciler çözüm değildir. Kronik pelvik ağrı nedeni bulunmadan ağrı kesici kullanmak tanıyı güçleştirecektir. Sebebe göre tedavi en iyi seçenektir.

Eğer doktorunuz kronik pelvik ağrıya neden olan durumu tanımlayabiliyorsa nedene yönelik tedavi verilir. Ancak neden bulunamıyorsa tedavi ağrının geçirilmesine yöneliktir. Ağrıyı tamamen tedavi etmek her zaman mümkün olamamaktadır. Tedavinin başarısı ağrıyı en aza indirerek hayat kalitesini artırmaktır.

Tedavide kullanılan bazı yöntemler:

Ağrı kesiciler: Ağrıyı kısmen rahatlatabilirler, ancak tek başına problemin çözümünde yeterli değildir.

Antibiyotik: Ağrının nedeni enfeksiyonsa önerilir.

Hormon tedavisi: Adet döngüsüyle ilişkilendirilen ağrılarda doğum kontrol ilaçları ya da diğer hormon ilaçları işe yarayabilir.Endometriozise özel bir progesteron çeşidi olan Dienogest de sık kullanılan ilaçlardandır. 1 aylık veya 3 aylık geçici menopoza sokan iğneler tedavide kullanılabilinir.

Antidepresanlar: Bazı antidepresanların kronik ağrıda yardımı olabilir. Depresyonda olmayan kadınlarda dahi işe yaradığı gösterilmiştir.

Lokal anestezik: Tanı ve tedavide steroidlerle birlikte veya yalnız kullanılabilinir.

Botox: Özel durumlarda (Ağrılı Pelvik Taban Kas Spazmı) bu konuda eğitim almış hekimler tarafından yapılabilir. Özellikle kaslara ve pelvik bölgenin duysal uyarımınıda yapan pudendal sinir üzerine blok yapılabilir. Ayrıca karın ön duvarı ağrılarında da kullanılabilir. Tekrarlamak sıklıkla gerekir.

Cerrahi: eğer endometriozis varsa Laparoskopik veya Robotik cerrahi ile yapışıklıklar açılabilir ve endometriozis odakları çıkarılabilir. Ağrının özel nedenleri olan sinir tutulumu, damar tuzaklaması gibi durumlarda cerrahiden fayda görür. Bazı nadir komplike vakalarda rahim ve yumurtalıkların alınması (histerektomi) doğurganlığını sağlamış kadınlarda önerilebilir.

Sonuç olarak, pelvik ağrısı olan kadınların detaylı olarak değerlendirilmesi ve nedene yönelik tedavi alternatiflerinin sunulması kompleks bir süreçtir.

Pelvik organların bir veya bir kaçının normal pozisyonlarından daha aşağıya doğru yer değiştirmesi, fıtıklaşmasıdır.

Cinsel Organ Sarkmalarının Nedenleri

Pelvik gevşeme yapan neden pek çoktur. Yaş, menopozal durum, gebelik, vaginal doğum, obezite, kronik öksürük, kronik kabızlık , genetik faktörler, geçirilmiş histerektomi, ayakta ağır kaldırma işlerinde çalışanlarda sık görülmektedir.

Pelvik organlarda sarkma olan hastaların % 30‘unda ailesinde de sarkma öyküsü vardır. Özellikle beyaz ırkta kollagen içeriği azlığına bağlı sarkma daha çok gözlenebilir. Zor doğum sonrası sarkma, iri bebek doğurma ve müdahaleli doğumlar  endopelvik fasiada yırtılma ve gerilme ile çatlaklar oluşturur ve peşinden cinsel organlarda sarkma yapabilir. Kronik kabızlık ve öksürük bu hasarı arttırabilir. Pelvik taban kasının sinir yaralanması da etkendir.

Pelvik Organ Sarkma Sıklığı

Her 9 kadından biri pelvik relaksasyon ve /veya stress inkontinans nedeniyle en az bir kez operasyon geçirmektedir.

Pelvik Organ Sarkma Belirtileri

Hasta en çok ele gelen vajende kitle hissi ile başvurur. Sarkan yapılar vajende bası hissi doğurabilir. Yürürken ve ayaktayken sarkma şiddetlenebilir. Cinsel ilişkide ses gelmesi olabilir.

Sarkma olan hastaların % 40’ında idrar kaçırma yaşanabilir. İdrar yaparken elle mesaneyi itmek ve destekleyerek idrar yapmak gerekebilir. Mesanede sarkan alanda idrar kalabilir ve idrarı tam boşaltamama olabilir.Sarkan organların mukozası dışarı ağızlaştığından zamanla bası ülserleri ve iritasyon gözlenebilir.

Cinsel Organlarda Sarkmanın Türü

Klinik sınıflandırma sarkan veya sarkıyor imajı yaratan organa göre yapılır.

Başlıca yer değiştiren organlar; mesane, üretra, uterus ve rektumdur. Pelvik relaksasyon vajina referans alınarak tarif edilmektedir.

Pelvik Organ Sarkma Tanısı

Tanı vajinal muayene bulgularına dayanır.

Enteroselin rektoselden ayırt edilmesi için rektal muayene faydalı olabilir. Ayakta da muayene yapılabilir.

Tedavi

Belirti vermeyen hafif olgularda tedavi gerekmeyebilir.

Ameliyatsız yaklaşımda pesser ler kullanılabilir.

Temel tedavi cerrahidir. Pelvik taban zayıflıkları onarılır.

40 yaşını tamamlamış ve çocuk isteği olmayan hastalarda rahim sarkması da varsa vajinal histerektomi uygulanır.

Genç hastalarda Manchester/Fothergill operasyonları uygulanabilir.

Round ligamenlerinin kısaltılması ve karın ön duvarına fiksasyonu yani klasik üteropeksi sonuçları iyi değildir.

Uterin descensus ve vaginal kaff prolapsusunda, son yıllarda sakrospinöz ligament fiksasyonu, retro peritoneal abdominal uterosakropeksi, sakral kolpopeksi ameliyatları yapılır.

Yaşlı, histerektomi uygulanamayacak hastalarda vajınal mukoza çıkarılarak Le Fort operasyonu ile vajen tamemen kapatılır.

Sistosel

Mesane tabanının sarkması durumudur . Mesanede sarkma ile beraber çeşitli idrar şikâyetleri ve bazen de idrar kaçırma vardır. Vajen üst duvarında dışarıya doğru sarkan bombeleşme gözlenebilir. Beraberinde mesane boynunun mobilitesinde artış olabilir. İleri formlarında işeme sonrası mesanede idrar kalması olabilir.Bazen elle destekleyerek işemeye çalışan hastalar olur.Tedavisi cerrahidir.

Sistosel Tanısı

Vajinal muayene ve muayenede ıkınmanız söylenerek teşhis koyuyoruz. İdrar kaçırma varsa ürodinami testi istenebilir. Ultrason ile de sarkmanın derecesi görülebilir.

Sistosel Ameliyat Teknikleri

Çoğu zaman anterior kolporafi yapılır. Fakat ek olarak aşağıdaki operasyonlar da yapılabilir.

-Retropubik kolposüspansiyon (marshall marchetti krantz operasyonu ) ile paraüretral doku simfizis pubise asılır.

-Burch kolposüspansiyonu (paravaginal dokular cooper ligamentine) yapılabilir.

-Paravaginal defekt onarımı (lateral vaginal duvarlar arkus tendineusa asılır) içerir.

Bu teknikler alt üriner yolu retzius boşluğu na doğru kaldırır.

-İğne prosedürü (pereyra ve stamey prosedürü).

-Paravaginal onarım.

-Eğer intrinsik üretral sfinkter disfonksiyonu varsa kolpografi anteriora ek olarak sling prosedürü, artifisiyel enjeksiyonlar, periüretral enjeksiyonlar yapılır.

Üretrosel

Üretra (idrar çıkış bölgesi) alt duvarının sarkmasıdır. Üretranın alt 1/3 ‘ü östrojen bağımlıdır.Özellikle menopozal evreyle beraber üretrada sarkmalar gözlenebilir. Ağrılı idrar yapma, idrarda yanma, idrar çıkış bölgesinde ülserasyon gözlenebilir.

Sistoüretrosel

Mesane ve üretra ( idrar çıkış bölgesi) alt duvarının sarkmasıdır.

Rektosel

Rektum üst duvarının vagene doğru kabarmasıdır. Özellikle zor doğumlardan sonra levator ani denilen pelvik taban kaslarının zayıflaması ve ayrılması ile dışkı kanalında fıtıklaşma olur.Bazen dışkılama esnasında bu fıtıklaşma vajene doğru bir hayli fazla olur .Buna bağlı olarak kabızlık gözlenebilir.

Rektosel Ameliyat Teknikleri

Kolporafi posterior

Kolpoperinorafi ameliyatları yapılır.

Enterosel

Douglas boşluğu denilen karın iç boşluğunun en alt kısmının vajene sarkmasıdır. Bu sarkma tipinde ince barsaklar vajene doğru kabarır. Rektoselden ayırımda rektal muayene gerekebilir.

Moschowitz operasyonu; abdominal yoldan kul-de-sak daraltılarak bir seri sirküler sütür konur. Halban operasyonu; sütürler sagittal konur.

McCall kuldoplastisi; sakro uterin ligamentler yaklaştırılır.

Rahim Sarkmaları

Descensus uteri: uterusun aşağı doğru yer değiştirmesidir.

Dessensus kolli uterin elangasyo: Rahimin aşağı doğru yer değiştirmesi ile birlikte rahim ağzı uzunluğunda artış olmasıdır.

Prolapsus uteri parsiyalis: Rahimin kısmen vajen dışına çıkmasıdır.

Prolapsus uteri totalis: Rahimin tümünün vajen dışında olmasıdır.

Hastanın tercihlerine göre, rahim alınması ve ilgili bağların asılması veya rahim alınmadan rahimin ve bağların asılması ameliyatları, vajinal veya laparoskopik olarak önerilir.

Doktora Bağlanın
Şimdi Ara!
Yol Tarifi